Bunun için tanıdığım, tanımadığım herkese ve her şeye bir şeyler yazıyorum. Bölük pörçük, doğru düzgün bir bağ kuramadan yapıyorum bunu çoğunlukla. Çok fazla açılıp apak kalırsam ellerini uzatıp içimi çıkaracaklar gibi geliyor birazcık. Birazcık ama. Çok olsa bu kadar yazıp, çizip, okuyup, okuduğumu da anlatmazdım.
İnanıyormuş gibi yapanlar...
İnandığım çok az şey var. İnanmak istediğim çok şey. Bunları güzelce harmanlayıp birilerine anlatınca öyküler değil masallar yazacağım çocuklara. Ço-cuk-lara. Onlar da inanmayacak ama heyecanlanıp büyümemek için isyan edecekler.
Ne anlatıyordum?
Anlatmak, hayatın görünmez pelerininden çıkmasını sağlamak, onunla göz göze gelip mücadele etmek için birbirimizi dinlememiz gerek. Kimileri her zaman daha iyi anlatır. Bunu kabullenip anlaşmak gerek.
En büyük sorun iyi anlatıcıların kendini geç keşfetmesi belki de. "Konuşmayı ya da yazmayı seviyorsan, ne sevmesi yahu basbayağı biliyorsan bu işleri, neden susasın ki?" diye sorsam da, sorsanız da bir şey değişmez tabii. Zira bir sırası var her şeyin.
Kalemine mürekkep yetmeyecek denli hırsla ve hızla yazsan da tüm yazdıklarını toparlamak kolay olmuyor işte.
Özetle, derin bir nefes alıp anlatmanın ve anlaşmanın bir yolunu bulmak zorundayız(m).
Çünkü en çok istediğim şey benim safça düşündüğüm tüm o saçmalıkların saçmalık olmadığına inanmak. Bunun için birileriyle anlaşmak.
Anlatmak, anlaşmak.
Anlatmak, anlaşmak.
Olacak gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yaza yaza azalmaz ki sendeki özgür ruh!