30 Mart 2017 Perşembe

Şubat - Mart Aylarında Okuduğum Kitaplar - 2017



Şubat Ayında Okuduğum Kitaplar

*Parfümün Dansı - Tom Robbins

Ölümsüzlük, daha iyi, daha uzun bir yaşam nelere bedel? Ya da neleri bırakıp da bunlara ulaşabiliriz? Aslında her şeyin içimizde, zihnimizde olduğunu, "iyi" hissetmek, yaşamak uğruna verilen ödünlerin boşluğunu, kalbinin sesini dinlemenin "hafifliği"ni, kendi kendinin bilgesi olmanın mühim yanını gördüm bu kitapta. Birkaç küçük taşı yerine oturttum, başka kitaplar, insanlar, düşünceler ile tamamlayacağım duvarımı. Haydi hayırlısı...

*Mitoloji ve İkonografi - Bedrettin Cömert

Kitabı ikinci okuyuşum. Mitoloji ve ikonografi sınavımı geçmek için değil de hikaye okur gibi okudum bu sefer ve bir kez daha anladım ki gerçek bir kılavuz ortaya çıkarmış Bedrettin Cömert.

Not: Okulda ders kitabı olarak okuduğunuz bazı kitapları, okul bitince yeniden okuyun.

*Gezgin, Kule, Kitap Kurdu: Metafor Olarak Okur - Alberto Manguel

Hep kitaplar, yazarlar, akımlar tartışılıyorken ortaya böyle anlamlı bir kitap çıkması bence çok anlamlı. Gezgin, kule ve kitap kurdu metaforları ile okuyucu hallerini anlatan Manguel, faydalı ve zihin açan bir kitap çıkarmış ortaya.

*80 Günde Dünya Gezisi - Jules Verne

Okuduğum en maceraperest romanlardan biri olmaya aday 80 Günde Dünya Gezisi, dahi Jules Verne'in en popüler kitapları arasında. Severek, keyifle okunacak, çok akıcı bir kitap.

*Öğle Yemekleri - Evelio Rosero

Ne yalan söyleyeyim kitabı ilk gördüğümde aklımda hiç de kilisede verilen öğle yemekleri gelmemişti. Sıcak, samimi bir kitap beklerken bir kilisede çalışan, kambur bir genç adamın, tekdüze, sıkıcı hayatının, çevresindeki insanların konu alındığı, epey farklı bir roman ile karşılaştım.

Mükemmel olmaya zorlanırken bu yükün altında ezilen insanların hikayesi olabilir Öğle Yemekleri.

Mart Ayında Okuduğum Kitaplar

 *Sınırdaki Ev - William Hope Hodgson

Üzerine yapılan olumlu övgü ve eleştiriler ile büyük umutlar ile başladığım Sınırdaki Ev; şaşırtıp kafamı karıştırsa da havada kalmış, sadece gerilim yaratmak için anlatılmış bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Fantastik, gerkçekdışı romanlarda sevme eşiğim nedense hep yüksek oluyor.

*Swann'ların Tarafı - Marcel Proust

Duyguların en ince notasını bulmuş gibi Proust. Derin bir hüzün ile hayatın gerçeklerini bir araya katıp şaşırtıyor çoğunlukla. Sakin ve tekdüze bir okuma deneyimi sunuyor okuyucuya.

Meraklandırmaktan, peşinde sürüklemekten çok yarenlik etmenizi istiyor sanki. Hem ruhsal, hem fiziki tasvirleri ile "oradaymış" hissi uyandırıyor.

*Üç Başlı Ejderha - Leyla Erbil

Leyla Erbil, çok başka bir yazar.

İki uzun öyküyü sığdırdığı bu kitabında Maraş katliamında evladını kaybeden bir annenin acısını, tarihi yarımadada dikili duran Yılanlı Sütun'un tarihiyle, manasıyla katık edip kafaları allak bullak ediyor. Sonra bir denemeden yola çıkarak yazdığı diğer öyküsünde delilik sınırında yaşayan bir şairi ve çevresindekileri bambaşka bir hikaye ile ele alıyor.

Üç virgül hüznü, şehrin dört yanına savrulmuş devşirme sütunlar, tarihi eserler, taşlar, tanımadığım kişilerin çığlıklarını hatırlatacak bu kitaptan sonra. En azından unutana kadar.

*İstanbul'un Kuytu Köşeleri -Aydın Boysan

İstanbul'un kuytu köşelerinde kalmış birkaç semti, mahalleyi öğreneceğim diye hevesle okumaya başlamışken kitabı, kendimi bambaşka bir alemde buldum.

Aydın Boysan'ın görmüş geçirmişliği, İstanbul kitabını bir hayat kitabına çevirivermiş. Çocukluğundan gençliğine, orta yaşından ihtiyarlığına kadar hayatının farklı evrelerinde; yaşadığı, büyüdüğü, gezdiği, eğlendiği farklı mekanları, dönemin de şartlarını ve hallerini anlatarak ele almış Boysan.

Okurken doğup büyüdüğünüz mahalleleri, çocukluğunuzu hatırlatacak bir kitap İstanbul'un Kuytu Köşeleri. Onunla aynı şehirde, semtte doğmamış, İstanbul'da yaşamamış olsanız bile... 

Not: Açıklamalardan bazıları, Goodreads'te yaptığım kısa ve küçük değerlendirmelerdir. 


...

Sevgiler! 💙

 ............................................................................................................................

Beni aşağıdaki adreslerden de takip edebilirsiniz! 👇

Tumblr 📌

İnstagram 📷

Goodreads 📚



29 Mart 2017 Çarşamba

Sabah Rutini(!)


İş yerim ve evim arasındaki upuzun yolda sürünüp durmanın en iyi yanı kitap okumaya ekstra zaman kazanabilmem. Kimi zaman yol boyunca, kimi zaman da daha az süreliğine kitabı elime alıp kendimi mekandan soyutluyorum. Eğer bir gün aniden freelancer olmaya karar verirsem -ki bu çok da uzun sürmeyecek sanırım- en çok bu anları özleyeceğim.

Özellikle sabahları, daha zihnim açılmamış, yataktan kalkalı yarım saat kadar olmuşken -evet 10-15 dakikada hazırlanıyorum- kendimi dünyanın en ciddi ya da en ütopik olaylarının içinde bulmak, bir anda 3 kupa kahve içmiş etkisi uyandırabiliyor. Tabii kimi zaman masal ya da öykülerin rehavetine kapılıp küçük esnemeler ile bölünen okumalar da yapmıyor değilim. Bu da işin sevimli tarafı.

Bu sabah düşündüm de bu nasıl oluyor? Yorgunluktan kaynaklı ruh gibi hissettiğim, kimsenin sesine bile tahammül edemediğim, yanımdan geçenlere, minicik değenlere pek de hoş olmayan bakışlar attığım sabah işe gidiş ve akşam iş çıkışı saatlerinde nasıl oluyor da her konuda okuma yapabiliyorum? Sanırım bunu bir çıkış ve kaçış olarak görüyorum. Yukarıda da söylediğim gibi sanırım zihin "soyutlanmak" istediğinde o an en uygun bulduğu şeye sarılıyor.

Hatta normal zamanda kolayca odaklanamayacağı konulara dahi bu tip zaman dilimlerinde daha kolay odaklanabiliyor. Algım doğru mu yanlış mı çalışıyor siz karar verin.

Reklamlar: Eğer siz de yolda kitap okumayı seviyorsanız şu içeriğe bir göz atın derim: Yolda Kitap Okumayı Sevenlere İşe Yarar 5 Öneri








22 Mart 2017 Çarşamba

İki Kitap, Bir Yeni Alışkanlık

...

Bazı kitapları okumayı erteleyip duruyorum. Bu durumun çok farklı nedenleri olabiliyor. Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i ise ısrarla okumamamın sebebi ise bir ara herkesin konuştuğu, çok sevdiği, yere göğe sığdıramadığı bir kitap olmasıydı. Tüm bu yorumlar, iyi düşünceler, kusursuz bulmalar arasında kendi sessizliğimi yakalayıp gerçekten tarafsız olmam epey zordu. Beklentim yüksek olduğu için okuma esnasında daha iyisini arayacaktım. Bu da ne olursa olsun bir tatminsizlik yaratacaktı.
Bir de ne yalan söyleyeyim herkesin yere göğe sığdıramadığı, ayak altına düşecek kadar popülerleşen şeylerden hazzetmiyorum. (edemiyorum.)

Ama bu aralar peydah olan yeni bir adetim var. Eğer ki elime kitabı alacak kadar üşengeç ve mızmızsam, yeni bir şeyler okumak istiyorsam, bulut uygulamasına yüklediğimiz e-kitap arşivini açıyorum ve rastgele, önüme gelen kitabı okumaya başlıyorum. Bu durum ne kadar sürer bilmiyorum ama durduk yere hiç aklımda olmayan bir kitabı okumak oldukça eğlenceli.

Son okuduğum Üç Başlı Ejdarha'yı da Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i de bu vesileyle okumuş oldum. İkisi de güzel bir tesadüf oldu benim için.



Bir Sütundan En Derin Acılara: Üç Başlı Ejderha

Leyla Erbil, başlı başına aykırı bir yazar. Dili, anlatımı her şey bir yana kendi noktalama işaretleri bile bu aykırılığın en iyi kanıtı. Üç Başlı Ejderha'da da öyle hüzünlü ve derin bir hikaye anlatıyor ki her bir cümlesini üç virgül ile bitiriyor bu hüznü anlatmak için. Katledilen evlatların, yok olup giden insanların yokluklarında acı çeken insanları bir annenin diliyle haykırıyor. Bu acıyı, tarihi yarımadadaki bir sütuna yüklüyor, onun etrafında dolanıyor, geçmişini anlatıyor, parmaklıklarından dibine doğru sarkıyor.

İki uzun hikaye ve geriye kalan anlamamanın verdiği şapşal bir his. Her ne kadar böyle yazıp duruyorsam da anlamam gereken daha çok şey olduğunu düşünüyorum bu tip kitaplarda. Yazarın dahi bilmediği sır perdeleri ve alt metinler çıkarmak için uğraşıp durmak sizin de ilgi alanınıza giriyor mu çok sık olmasa da?

Sıradan, Basit İnsanlara Hoş Bir Güzelleme: Bizim Büyük Çaresizliğimiz


Günlük hayatın sıradan ve çok da mühim olmayan detaylarının oluşturduğu hikayeler anlatmayı da okumayı da çok seviyorum. Başka bir bakış açısıyla anlatılınca; köfte kızartmak, bir balık teknesinin boyanışını izlemek, balkondaki fesleğenin yapraklarını hafifçe okşamak gibi olağan durumlar, içimde bir yere incecik dokunuveriyor. Öyle ki bu nedenle Sait Faik'i, Salinger'ı çok seviyorum.


Barış Bıçakçı da günlük hayatın sıradanlıkları içerisinde, çok da tuhaf olmayan bir hayat yaşayan ama kendi hikayelerini yazan kahramanları anlatıyor Bizim Büyük Çaresizliğimiz'de. Nereden bakarsanız bakın her yerde rastlayabileceğiniz üç kahramanın yollarını kesiştiriyor; aşkı, dostluğu, hayatı sorguluyor onların üzerinden.
Güzelce, sakince düşündürüyor, hissettiriyor.

Kışın, baharın, rüzgarın, güneşin eşyaya, odaya vuruşunu tasvirleyip o anı yakıştırıyor olaylara. Yakıştırmak ne kadar doğru anlattı bilmiyorum ama bu da benim yine çok sevdiğim bir durum.

Siz en iyisi kitapta en çok ilgimi çeken bu alıntıyı okuyun...

"Gücümüzü, güzelliğimizi, canlılığımızı küçük yaşantıları sabırla tekrar etmekten alıyoruz."

...


Sevgiler! 💙

 ............................................................................................................................

Beni aşağıdaki adreslerden de takip edebilirsiniz! 👇

Tumblr 📌

İnstagram 📷

Goodreads 📚

15 Mart 2017 Çarşamba

Mekandan Ana Uzanan Hatıralar



"Eskiden bildiğimiz yerler, kendilerini kolaylık olsun diye yerleştirdiğimiz mekânlar âlemine ait değildirler sadece. O zamanlar ki hayatımızı oluşturan, birbirine bitişik izlenimlerin ince bir dilimidirler; belirli bir görüntünün hatırası, belirli bir ânın özleminden ibarettir ve evler, yollar, caddeler de, heyhat, seneler gibi uçup giderler."
diye bitti Swann'ların Tarafı. Aklıma hemen annemle el ele yürüdüğüm pasaj içleri, Arnavut kaldırımları, okul yolu geldi. Her gün mutlaka bir kalem, bir kitap ile ödüllendirdiği okul çıkışlarımdan sonra, onları aldığı kırtasiyenin önünden geçişimiz, buram buram ekmek kokan; galetalar, anasonlu kurabiyeler, çeşit çeşit ekmekler ile doldurulmuş camekanlarıyla aklımda kalan fırına girişimiz, evimize, babaanneme gidişlerimiz...

Ermeni, Rum, Türk, Kürt insanların bir arada yaşadığı mahalleleri, sokakları ve caddeleri hatim edercesine ezberlemişim bu küçük hatıralar sayesinde. Günlük hayatın tekdüze alışkanlıkları ve ihtiyaçlarının karşılanmasından çok daha fazlasıymış her şey.

Ucuz parfüm kokusuyla sarılmış bir tuhafiyede o dantelleri, oyaları için renkli ya da bembeyaz iplikler alırken hemen girişte durup bir sokağa, bir karşımdaki yüzlerce düğme çekmecesine baktığım -irili, ufaklı, desenli, desensiz, kazakları, hırkaları süsleyecek düğmeler- ya da balık, peynir, çamur kokan pazarda yerdeki ıslak ve ezilmiş sebzeler üzerinden sekerek geçtiğim minicik zaman dilimleri belki de bugün beni ben yapan pek çok şeyin temeli.

Eski kokular, eski sokaklar, çocuklarıma gösteremeyeceğim yıkılan, bozulan evler yani özetle tüm hatıralarımı zihnimden bir sinema perdesine aktarmak isterdim.

Zaman, şimdi onlarca işi sıkıştırmaya çalıştığımız dapdar zaman, o günlerde öyle geniş, ferahtı ki. Belki de bu yüzden bu kadar değerli şimdi.

Kötü anıları çarçabuk silen bu korkak, ödlek, hassas zihnimde, iyi anıları biriktirmeye devam ediyorum. Ama Aydın Boysan'ın bugün okuduğum sözlerinde* olduğu gibi yarın olacakları ya da daha dünü hatırlamaktan çok, çocukluğumda yaşadığım, nasıl hatırladığımı bilemediğim anları korumak istiyorum ölene dek.

*"Dün akşam ne olduğunu unutuşum, bana vız gelir ama, dilerim ki o eski anılar, yaşadıkça zihnimden silinmesin." İstanbul'un Kuytu Köşeleri - Aydın Boysan

12 Mart 2017 Pazar

Anlatmak ve Anlaşmak Üzerine


Kendimi bildim bileli kelimelerin dünyayı değiştireceğine inandım, durdum. Geçmiş zamanın rehavetine bıraksam da kendimi yanlış anlamayın. Hala çaktırmadan inanmaya devam ediyorum.
Bunun için tanıdığım, tanımadığım herkese ve her şeye bir şeyler yazıyorum. Bölük pörçük, doğru düzgün bir bağ kuramadan yapıyorum bunu çoğunlukla. Çok fazla açılıp apak kalırsam ellerini uzatıp içimi çıkaracaklar gibi geliyor birazcık. Birazcık ama. Çok olsa bu kadar yazıp, çizip, okuyup, okuduğumu da anlatmazdım. 

İnanıyormuş gibi yapanlar...
İnandığım çok az şey var. İnanmak istediğim çok şey. Bunları güzelce harmanlayıp birilerine anlatınca öyküler değil masallar yazacağım çocuklara. Ço-cuk-lara. Onlar da inanmayacak ama heyecanlanıp büyümemek için isyan edecekler. 

Alice'in rüyası, Matilda'nın silah olarak kitapları seçtiği ve mutlu sonla biten savaşı, Tom Sawyer'ın çıplak ayakları rehberim olacak. Zihnimde uçuşan hayal parıltıcıkları birleşip nihai bir rahatlama, iç huzur saçacak benliğime. 20 küsur senedir içinde hayal biriktirmek zor. Bunu gerçek hikayelere döküp anlatmaya çalışmak daha da zor. İyi bir dinleyiciyim ama iyi bir öykü anlatıcısı değilim sanırım.

Ne anlatıyordum?

Anlatmak, hayatın görünmez pelerininden çıkmasını sağlamak, onunla göz göze gelip mücadele etmek için birbirimizi dinlememiz gerek. Kimileri her zaman daha iyi anlatır. Bunu kabullenip anlaşmak gerek.

En büyük sorun iyi anlatıcıların kendini geç keşfetmesi belki de. "Konuşmayı ya da yazmayı seviyorsan, ne sevmesi yahu basbayağı biliyorsan bu işleri, neden susasın ki?" diye sorsam da, sorsanız da bir şey değişmez tabii. Zira bir sırası var her şeyin. 

Kalemine mürekkep yetmeyecek denli hırsla ve hızla yazsan da tüm yazdıklarını toparlamak kolay olmuyor işte.

Özetle, derin bir nefes alıp anlatmanın ve anlaşmanın bir yolunu bulmak zorundayız(m). 

Çünkü en çok istediğim şey benim safça düşündüğüm tüm o saçmalıkların saçmalık olmadığına inanmak. Bunun için birileriyle anlaşmak.

Anlatmak, anlaşmak.

Anlatmak, anlaşmak. 

Olacak gibi...

Yine Yeniden Swann'ların Tarafı, Masum, Küçük Kitap Alışverişi


Birkaç yıl önce, Keruac'ın Proust sevgisini de görüp heveslenerek Kayıp Zamanın İzinde serisini okumaya karar verdim. Serinin ilk kitabı Swann'ların Tarafı'nı, aklımın bir karış havada ve kim bilir nerelerde olduğu bir dönemime denk getirip okumuş olmalıyım ki diğer kitaplara geçecek motivasyonum olmadı.

Ama aklımın bir köşesinde de hep bu seriyi okumak vardı ve Proust'un bana katacağı şeyler için meraklanıp duruyordum. Nihayet o gün geldi. Proust'un baharı, yazı tasvir ettiği, güneş ışıklarını farklı açılardan odalara, pencerelere süzüverdiği bu kitabı; havaların iyileşmeye, güzelleşmeye yüz tuttuğu bir dönemde okumanın keyfi bambaşka oldu. Kitabın son sayfalarına geldiğim şu günlerde ise kararan, yağmuru çağıran hava ile karşılaşınca sanki Swann'nın mutsuz aşkına hüzünlendi Gaia.* 

Tüm bu romantikliklerimi ve varı yoğu kendi düşüncelerimin akışına yormalarımı bir kenara bırakırsak Swann'ların tarafının pek çok kişi tarafından sevileceğini düşünüyorum. En azından, zihnin en ince düşüncelerini hiç de zorlanmadan kaleme dökmüş, akıl ve kalp oyunlarını iyice anlayıp bize tüm riyakarlıkları ve düzenbazlıklarıyla anlatmış Proust'un önünde bir kez olsun saygıyla eğilmek gerekiyor. 

Aşkı, onun çıkarcı, masum, ikiyüzlü hallerinin tümünü enfes bir şekilde, sayfalarca, akıcı bir şekilde anlatmak, aşkın sadece romantik bir duygu olmadığını kolayca anlatmak öyle kolay bir iş değil. Sadece bu mu? Çocukluktan gençliğe adım atan bir delikanlının hayallerini ve bağlılığını, olgun insanların kıskançlık, ego gibi duygularla neler yapabileceğini de açıkça görmek, bu davranışlara gülümsemek de ayrı bir keyif. 

Serinin diğer kitaplarında her şeyin bambaşka bir boyutta ve daha iyi olacağını düşünüyorum. 

*Gaia: Yunan mitolojisinde doğa ana, yeryüzü tanrıçası.



Gerilmekten Bir Hal Olduk: Masum

Şubat ayında epey film izledik. Ay sonundan itibarense BluTV'nin İnternet dizisi Masum'a bağlandık. Uzun süredir oturup da dizi izlemeyeni, dizi izlemeyi vakit kaybı olarak gören bir çift olarak ağzımızın payını aldık. Her bir bölümü film tadında olan dizi bitmesin diye izlemeyelim dedik ama kaşla göz arasında final bölümünü de izledik. 

Dünyanın en yaratıcı finaline sahip olmasa da yaşattığı gerilim ve kafa karışıklıklarıyla Masum, uzun zamandır çekilmiş en iyi Türk dizileri arasında bence. (Diğerlerini pek bilmediğimden çok iddialı konuşmak istemesem de.)

Tek kötü yanı diziyi sadece BluTV üzerinden seyredebiliyor olmanız. Ama Torrent sitelerine bir bakmakta fayda var. Bir şekilde indirilip paylaşılmış olabilir. 



Gecikmeli de Olsa: Küçük Bir Bir Kitap Alışverişi 

Şubat ayı sonunda D&R'dan küçük bir kitap alışverişi yaptım. Aslında elimde okuyacak çok fazla kitap vardı ama o gün azıcık canım sıkkındı. Kargo bedava kampanyasını görünce bir süredir aklımda olan üç kitabı alıverdim. (Sonra da neden D&R'dan alışveriş yapmadığımı bir kez daha hatırladım. 3 kitabı sağ olsunlar 2,5 hafta sonra gönderdiler. )

İşte aldığım kitaplar:

1-Gılgamış Destanı
İnsanlık tarihine, ilk yazınlara ışık tutan, onları görmemizi sağlayan ve bugüne ulaşabilmiş her eser çok önemli. Listemde dikkatimi çekip duruyordu. "Vakti geldi." dedim ve ekledim sepete.

2-İnsana Hiç Rahat Yok Kendinden
Yüz Kitap'ın tüm kitaplarını okumak, okumak, okumak istiyorum! Fikirlerine önem verdiğim birkaç kişi sayesinde haberdar olduğum şimdilik çok fazla kitap basmasalar da, epey meraklandıran işler başaran bu yayınevinden çıkan İnsana Hiç Rahat Yok Kendinden'in yazarı Susan Sontag'dan "Grace Paley, beni güldüren, ağlatan öyküler yazıyor. Paley, kimseye benzemeyen komik, enerjik, sade ve hüzünlü bir sese sahip bir yazar." yorumunu almış. E okumak için çok yeterli ve geçerli bir sebep.

3-Kabuk
Bazı kitaplarla sürekli karşı karşıya geliyor. Çok seveceğimi hissedip okumak için doğru anı, doğru karşılaşmayı bekliyorum. O gün canın sıkkınken bana iyi gelebilecek kitaplardaydı aklım sadece. Ve elim, Goodreads'te okumak istediğim kitaplar arasına eklediğim Kabuk'a gitti almak için. Okuyunca çok severim umarım.

Şimdilik haberler bu kadar. 

Bir sonraki içerikte bakalım neler anlatacağım size... 

Sevgiler! 💙

 ............................................................................................................................

Beni aşağıdaki adreslerden de takip edebilirsiniz! 👇

Tumblr 📌

İnstagram 📷

Goodreads 📚